“GAZETELER ŞİMDİ SÜPERMARKET GİBİ. HER ŞEY VAR”…
Çalışma hayatına atıldı, başarıya ulaştı ve Tıbbiyeyi dördüncü sınıftan terk etti. Gazetelerdeki fıkra yazılarını beğenmedi, gönderdiği denemeler ile mesleğe çağırıldı. Yıllarca mücadelesini verdiği Demokrat Parti çizgisinden bir olayla döndü, yeni kurulan gazeteye ‘Milliyet’ adının verilmesini sağladı, yazar olarak girdiği Dünya Gazetesinin sahibi oldu. ‘Beş ay sonra yaşım doksan olacak’ dediği gün Bedii Faik ile Teşvikiye caddesindeki evinden basın tarihimize yolculuk yaptık.
İstanbullu ‘düyun-u umumiye’ avukatlarından Faik Bey ile Balıkesirli Faika Hanımın ilk çocukları Bedii Faik, 1 Mayıs 1921 yılında Bandırma’da dünyaya gözlerini açtığında ülke işgal altındadır, aile kurtuluşundan sonra da İzmir’e yerleşir. Ortaokul döneminde babasını kaybeden Bedii Faik devlet parasız yatılı sınavlarına katılır, Kabataş Lisesini kazanır, yaşamını artık babasının memleketi, İstanbul da sürdürecektir. Ailesinin isteği ile girdiği tıp fakültesindeki eğitimi dördüncü sınıfa kadar sürer. Geçim şartları onu çalışma hayatına itmiştir. Nemizade Mithat Beyin tütün deposunda çalışmaktadır, başarılıdır hatta müdür bile olmuştur. Ağır eğitimi altında zorlanan Bedii Faik tıbbiyeyi bırakmış, başarılı bir iş adamı olarak yaşamını sürdürmektedir. Bedii Faik, arkadaşlarını evine davet eder bir gün. Gençlerin sohbeti, Tasvir Gazetesinde fıkra yazan Doğan Nadi’ye kadar uzanır. Çoğunluğun bu yazıları övmesi üzerine Bedii Faik eleştirilerini “ben bundan iyisini yazarıma” getirdiğinde, gazeteci arkadaşı Kadri Kayabal’ın “yaz da görelim” sert çıkışı, yaşamlarına yeni bir yön verecektir. Bedii Faik arkadaşları gittikten sonra kağıda kaleme sarılır ve on yedi fıkra yazar, bir zarfa koyar, onu da Kayabal’ın patronu ve baş yazar Ziyad Ebuziya’ya postalar. Bir hafta sonra, Ebuziya’nın baş makalesinin sonunda, “BF rumuzuyla yazı gönderen kişinin yazı işlerimizle irtibata geçmesini rica ederiz” diye bir not yayınlandığında yıl 1945 tir. Babasının ölümünden sonra çıkan yasa gereği dayısı gibi ‘Akın’ soyadını alan Bedii Faik anlatıyor: “Türk gazeteciliğinin otururken ayağa kalktığı dönemdir o. Daha önce İmparatorluk da gazetecilik yok sayılır. Ondan sonra Milli Mücadele gazeteciliği var, çok büyüktür. Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Necmettin Sadık, Yunus Nadi’nin ortaya koyduğu, vatanı kurtarmak için yapılan büyük gazetecilik. Onun alçakları vardır yüksekleri vardır. Alçakları tarihe gömülmüştür, silinmişlerdir, acı da çekmişlerdir. Öbürleri cumhuriyetin parlak çocukları olarak Atatürk ile birlikte yürümüşlerdir. Tek partili dönemde büyük bir gazetecilik rengi yoktur, bir seviye gazetecilik vardır. Devrimler yapılırken de böyle bir gazetecilik olabilirdi. Gazeteciliğin gelişmesi için bir yatak lazımdı, o da çok partili hayata girme. Ben bunun arifesinde, 1945 yılında başladım. Demokrat Parti dönemi çok hareketli, gazeteciliği de çok heyecanlı idi. Ben şanslı bir dönemde gazetecilik yaptım, her zaman şükrederim”. ESAS OLAN MUHABİRLİKTİR Çok partili hayatın başlama arifesinde yaşanan bu olayı Bedii Faik, “gittim, görüştüm, anlaştım ve gazeteciliğe başladım” cümlesinde özetliyor ve ekliyor: “Gazeteciliği öğrenmeden gazete yazarlığının mümkün olmadığını hemen anladığım için çünkü gazete yazarlığı ile kitap yazarlığı arasındaki farkın mutlaka gazeteciliği bilmekten geçtiğini kavramamak mümkün değildir. Haberin ne demek olduğunu, esas olan muhabirliği bilmeden gazeteciliğin yapılamayacağın öğrendim. Yazarlığınızın gazetenin içine girmesi için, yazarlığınızla gazetenin kaynaşması için sizin gazeteciliği iyi bilmeniz lazımdır. Gazetede fiilen çalışmaya başladım, ta ki, fiilen bir gazete çıkartacak kadar bilgi sahibi olana kadar ”. Masası yazı işleri müdürünün odasına konulan genç gazeteci o dönemi şöyle anlatıyor. “ Bu günkü teknik çok rahat, hemen tık tık, pıt pıt. O zaman kumpasın içine harfler konur, başlığın kaç harf olacağı hesaplanır… Bugün kilerin kafasının alamayacağı kadar ağır şartlar, tahammül etmek mümkün değildi, o şartlar içinde gazete yapıyorduk”. GAZETE SAHİPLERİ YAZARDI Bedii Faik o dönem gazete patronlarını da şöyle anlatıyor: “Otomobil sahibi gazete patronu, bir elin parmakları kadar azdı, diğerleri basın kartı ile tramvaya biner, acele işi varsa taksiyle giderdi. Yunus Nadi beyin ve Doğan Nadi’nin arabası vardı, otomobil ticareti yapan kardeşi tahsis ettiği için Vatan’ın sahibi Ahmet Emin Yalman’ın, Son Posta’nın sahibi Selim Ragıp beyin vardı. Ethem İzzet Benice’nin, Kazım Şinasi’nin, Halil Lütfü’nün, Ali Naci Karacan’ın yoktu… Cağaloğlu’da bu gün halı sarayı olan o eski gazete binalarının yerinde ufak ahşap evler vardı ve hepsi birer matbaa idi. Bir özellik de şu dur; gazete sahiplerinin hepsi yazardı, idealleri vardı, fikirleri vardı, o fikirleri yaymak için gazete çıkartmış insanlardı bunlar ve başka işleri de yoktu. En büyük ayıp da basın dışında başka bir işi olmaktı. Bu arada para da kazandılar doğal olarak ama para kazanmak için gazete çıkartmadılar. Bu günün gazete sahibi, bir idealin sahibi değil, paranın sahibi. Ben şu gazeteyi alacağım, diğer işlerime de faydası dokunur diye Bab-ı ali ye geldiler. Basın organize olamadığından, hükümetler daima balta vurduğundan, sendika bizde zayıf, gazeteci maalesef eli kolu bağlı patronuna teslim olmuş durumdadır. Bu gün bu açmazın içindeyiz”. ÇOK PARTİLİ GÜNLER Bedii Faik ülkede büyük değişime neden olan çok partili yaşama geçişlerinde basının üstlendiği görevi de şöyle anlatıyor. “Gazeteler Demokrat Partililerin önünde idi, cesarette, fikir üretiminde, atılımda öndeydi. CHP den geldikleri için İsmet Paşa’ya, partiyi kapatır korkusu ile çatamazlarken, biz yazardık. DP’nin ağzından çıkmamış yeni fikirleri biz ortaya atardık. Parti yöneticilerinin ortaya attıkları fikirler, o zamanki gazetecilerin, fikir adamlarının eseridir. Küçümseyerek söylemiyorum, tespittir bu. Ünlü seçimleri biz yaşadık. Bizden önceki meslekte büyüklerimize sorsak, bilmezler, çünkü görmediler. Biz 46 seçimlerini gördük. Halkın seçime gelişini, sandığa sahip çıkışını, görmeyen anlamaz. Sırtında getirdiği şilte üzerine yaşlı, hasta anasını oturtup sırasını bekleten, oy verdiren, daha sonra da tasnifi (oy sayımı) bekleyenleri gördüm. ‘Tasnif’in ne anlama geldiğini bilmeyenlerin, sandıktan otuz- kırk adım sayarak uzaklaşmasını ve tasnifi izlediğini gördüm, ağladım”. 21 Temmuz 1946 günü yapılan genel seçimlerde gazeteler DP yanlısıdır, imkanları ölçüsünde de seçim çalışmalarını kent dışında da izlerler. Seçim gecesi inanılmaz olaylar yaşanmaktadır. Seçim sistemi zaten ‘açık oy, gizli tasnif’ olarak başlı başına bir sorundur. Bunu üzerine sandık kaçırmalar, vali, kaymakam ve asker baskıları da belirlenmiştir. Bedii Faik “ İsmet paşa’ya yıllar sonra bunları sorduğumda, ‘alt kadronun işgüzarlığı’ demişti ama bunlar 1950 yenilgisini hazırladı” diyor. İsmet Paşa döneminin yüzde sekseninde sıkıyönetim olduğunu söyleyen Bedii Faik tek partili dönemde yaşadıklarını da şöyle anlatıyor. “Tasvir Gazetesinde her akşamüzeri, tahta merdivende ayak sesi duyulunca arkadaşlar ‘sana geliyor’ derdi. Bir asker gelir, bana ‘sıkıyönetime gideceğiz’ der, motosikletine bindirirdi. Ben zayıf biriyim, arkadaşlar sırtıma ve göğsüme gazete kağıtları koyar, buz gibi havada motosiklete biner, askerin de beline sarılarak Cağaloğlu’dan Sıraselviler’e giderdim. İfade verdikten sonra beni bırakırlardı. O zaman iyi değildi ama bu heyecanı yaşamak ne kadar önemli bir şeydir”. BU TAKIMI DAĞITMAYIN Bedii Faik daha sonraki yıllarda yazdığı bir yazıdan dolayı götürüldüğü sıkıyönetim komutanlığını da şöyle anlatıyor. “Süvari birliğimiz Roma’da bir yarışmada birinci oldu, kendini beğenmiş Musolini’yi ayağa kaldırarak mili marşımızı çaldırttı. Yurda dönüşlerinde çok büyük bir karşılama oldu, rıhtıma ben de gittim.Daha sonra bu şampiyonların her biri bir yere, şark hizmetine gitti, takım dağıldı.Ben, bu insanların gittikleri yerde yapacağı hizmetin bu kupayı getirmekten daha yüce olamayacağını, bunların bir arada kalıp çalışmaları gerektiğini, yeni başarılara ihtiyacımız olduğunu yazdım. Kıyamet koptu, Askeri mahkemeye verildim. Yerdeki mermerlerin sıyrıklarını dahi bildiğim Sıkıyönetime yine götürdüler, iki subay ifademi almaya başladı, derken komutan istiyor dediler, odasına girdim. ‘kusurunuz neymiş idrak ettiniz mi?’ dedi, hakimler anlattı ‘ ordunun tasarruflarına müdahele imiş’ dedim. Daha sonra da düşüncemi tekrar ettim ve bir de yalan söyledim ‘ arşivimizde, bu takımı öven, İtalyan, İngiliz, Fransız gazetelerinin olduğunu söyledim, böyle bir şey yoktu… Bakın Bedii Bey dedi samimiyetinize inandım, maksadınızın düşmanlıktan, kışkırtmadan yana olmadığını anladım, ordu hakkında bir daha yazmayacağınıza söz verin’ dedi, ben de ‘bir gazetecinin istikbale ait yazıp yazmayacağına dair verdiği söze inanacak mısınız’ diyince de ‘peki aramızda kalsın’ dedi ve beni salı verdiler. Bugün ordudan, herhangi bir şirketin idare meclisine gösterilen saygı dahi gösterilmeden bahsediliyor. Bu gün ordudan bahsederken, alelade bir şey gibi bahsediliyor. Fuhuşla orduyu rahatlıkla yan yana getirebiliyorlar. Bunu iyi ya da kötü olarak söylemiyorum, ifrat ve tefrit, ne o ne bu”. MİLLİYET DOĞUYOR Bedii Faik; Cihat Baban ve Ziyad Ebuziya’nın sahibi ve başyazarlığını yaptığı Tasvir Gazetesine geldiğinde yazı işleri müdürlüğünde de Atıf Sakar ve Necdet Baytok’dur, Ercüment Ekrem Talu, Baha Dülger, Eşref Şefik ile birlikte de yazarlar odasındadır. |
leo.