Gazeteciler Cemiyeti | ALTAN ÖYMEN” SİYASETE KATILARAK OLUMSUZLUĞU DÜZELTEBİLİR SİNİZ”
19762
page,page-id-19762,page-template-default,ajax_fade,page_not_loaded,boxed,,qode-theme-ver-5.6,wpb-js-composer js-comp-ver-4.3.4,vc_responsive

ALTAN ÖYMEN” SİYASETE KATILARAK OLUMSUZLUĞU DÜZELTEBİLİR SİNİZ”

ALTAN ÖYMEN” SİYASETE KATILARAK OLUMSUZLUĞU DÜZELTEBİLİR SİNİZ”
Adı Alfabe kahramanına verildi, öğrencilik yıllarında okumaya ve yazmaya ilgi duyuyordu, Kaymakam olacaktı ama öğrencilikte girdiği gazetecilikte kaldı. Siyaset ve gazeteciliği birlikte yürüttü, askeri engellerde her ikisini de yapamadığı zamanlar oldu ama ikisinde de en üst makama kadar çıktı, milletvekili oldu, bakanlık yaptı, CHP Genel Başkanı seçildi, başyazarlık yaptı gazeteler yönetti, ANKA Ajansı kurdu, kitaplar yazdı. Meslekte altmış yılını dolduran Altan Öymen ile geçmişe uzandık.

Trabzonlu Ceza Hakimi Mehmet Raşit Bey’in oğlu Hıfzırrahman Raşit, 20. yüzyıl başında, 1900 yılında dünyaya gelir. Birinci Dünya Savaş’ın sona erdiği 1918 yılında, İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nu dereceyle bitirir ve eğitim için Almanya ya gönderilir. 1919 yılı sonlarında yurda döner ve öğretmenlik yapmaya başlar. Kastamonu ve Samsun illerindeki görevlerinden sonra memleketi Trabzon’a atanır. Öğretmenliğinin yanı sıra eğitim çalışmalarına katkıda bulunmak amacıyla kendi imkânları ile çıkarttığı, ‘Yeni Mektep’ adlı dergi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal’in de dikkatini çekmiş ve bir mektupla da onu kutlamıştır. Memleketi Trabzon’daki görevi sırasında, 1921 yılında bugünkü Trabzon Sporun temeli sayılan İdman Ocağını beş arkadaşı ile kurar ve gittiği yeni görev yeri İstanbul da ise yaşamı değişecektir. Hıfzırrahman Raşit Bey, İstanbul Kız Öğretmen Okulu’nda, Bolu eşrafından Agâh Beyin kızı Nezaket Hanım’ı tanır ve evlenirler. Çiftin ilk çocuğu Altan Öymen 20 Haziran 1932’de İstanbul’da doğar ve iki yaşında ömrünün büyük bölümünü geçireceği, gazetecilikte ve siyasette adını duyuracağı Ankara’ya gelir. Altan Öymen anlatıyor:
“Annem ve babam cumhuriyetin ilk eğitim kadrosu elemanları olarak başkente geliyor, ben iki yaşımdayım. Babam önce Gazi Eğitim Enstitüsü’nde sonra da Milli Eğitim Bakanlığında çalışıyor. Dil devrimi dönemi, adlar ve soyadların Türkçe olmasına dikkat ediliyor, babam da dil devrimine tam destek verdiği için ‘fikir adamı’ anlamına geldiğini savunduğu Öymen’i soy ad olarak alıyor. Bana da o günlerde pek bilinmeyen Altan ismini koyuyor. Altan, iki dağ arasından doğan ‘tan’ anlamına geliyor, rengi de, al. Örsan da ‘Örshan’dan geliyor, eski Türk isimlerinden, ‘h’ zaman içinde düşmüş. Kız kardeşimin ismi de ‘Gülden’ hâlâ kullanılıyor.
Mesleki yayınlar çıkartan babamın o yıllarda hazırladığı Alfabe kitabı, tüm okullarda tek tip ders kitabı olarak kabul ediliyor. Bu kitabın erkek çocuk kahramanının adı ‘Altan’. On yıl çocuklar benim adımla, okuma yazma öğrendiler yani…
Şehrin merkezi o zaman Ulus, ahşap bir evde oturduğumuzu hatırlıyorum. Daha sonra Posta Caddesinde bir apartmanda oturduk, kardeşim Örsan burada doğdu, ben ilkokula burada, Devrim İlk Okulu’nda başladım. Ardından, Yenişehir’de bir apartmana taşındık, Mimar Kemal İlk Okulu’na devam ettim, ardından da 1949 yılında Atatürk Lisesi’nden mezun oldum.
Çocukluğumdan beri zaten okumaya meraklıydım. Bir kısmı çeviri otuzdan fazla kitabı olan babam o yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın ‘İlk Öğretim’ dergisini çıkartıyordu, tüm çalışmalar evde, önümüzde yapılırdı. Ben, ortaokuldayken üç kardeş, okuması beş kuruş olan ‘Öymen Kardeş’ diye dergi çıkartırdık evde… Lise yıllarımda da okulda ‘Atayolu’ isimli duvar gazetesini çıkartmıştım.
Ama ben kaymakam olacaktım, bu nedenle de Mülkiye’ye kaydoldum. Arkadaşım ressam Ömer Uluç, mülkiye öğrenciliği sırasında bana gazetecilik yapmamı öneriyordu, bu iyi bir fikir geldi başvuru yaptım. Çalışacağım gazete tabii ki Ulus idi Babam CHP Milletvekilliği yapmıştı, herkesi tanıyordu üstelik bana da yakındı ve kendim gittim, iş istedim. Beni biraz oyaladılar, uzun bekleyişten sonra Ulus Gazetesin de, 12 Aralık 1950 günü çalışmaya başlayabildim.
İstihbarat şefi İlhan Paniç’in bazı metotları vardı. ‘Al bunu yaz’ der, yazarsın, ‘olmamış yeniden yaz’ der, neden olmadığını söylemez… İnsanın kendi yanlışını bulmasını sağlayan can sıkıcı bir iş ama bana katkıları oldu, İlhan Beyi şükranla anarım.”

HAREKETLİ GÜNLER
Çok partili siyasi hayat iç çekişmelere sahne olmaktadır. İktidardaki Demokrat Parti, ana muhalefet ile ilişkilerini sertleştirmiş, Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarına el koymuştur. Ulus Gazetes’nin siyasi yönetmeni Nihat Erim de kendi adına Yeni Ulus isimli bir gazete çıkartmaya başlar. Ulus’taki tüm kadronun geçtiği bu gazete daha sonra Halkçı adını alır. Bu kadroda; birinci yönetici Münir Berki, ondan sonra Cemal Sağlam ve Nihat Subaşı gelmektedir. Başyazar Hüseyin Cahit Yalçın, birinci sayfa yazarı Nihat Erim, fıkra yazarları Nurullah Ataç, Namık Zeki Karal’dır. Sayfa sekreterliğini Bülent Ecevit yapmaktadır, Cüneyt Acayürek, İbrahim Cüceoğlu ve Altan Öymen de muhabirdir. Yasa üzerine yapılan bir yorum ile mallar iade edilir ve Ulus gazetesi yeniden çıkmaya başlar, tam kadro oraya geçer.
1955 yılında, İstanbullu işadamları ile gazeteci Cihat Baban, Tercüman Gazetesi’ni çıkartmaya başlar. Ankara temsilcisi Mekki Sait’tir, muhabirlik de Altan Öymen’e teklif edilir, işte öyküsü:

TERCÜMAN ÇIKIYOR
“ Mekki Sait, Milletvekiliydi, kısa bir süre sonra ayrıldı ve ben o zamanki adıyla ‘mümessil’ yani temsilci oldum. İstanbul gazeteleri de Ankara’da büro açmaya başlamışlardı, Kızılay’a doğru bir yönelme vardı ben de, 1956 yılında Tercüman Gazetesi için Tuna Caddesinde bir büro tuttum.
Cihat Baban gazeteden ayrıldı, Yeni Gün Gazetesi çıkıyordu, istihbarat şefi olarak teklif aldım, oraya gittim, bir süre sonra genel yayın müdürü oldum, 1957 seçimi öncesiydi.
O dönemde basın kanunu birçok değişikliğe uğramıştı ve gazeteciler hapishaneye girmeye başlamışlardı, bu dönemde ben yeniden Ulus Gazetesi’ne geçtim. Benim de bir on aylık mahkûmiyetim vardı fakat temyiz aşamasındaydı, 1959 yılında askere gittim. Oradan Akis ve Kim Dergilerine yazı gönderiyordum.
27 Mayıs olduğu zaman yedek subaydım”.
Askerlik sonrasında Gazeteciler Cemiyeti yönetimine gelen Altan Öymen TBMM’ye girişini de şöyle anlatıyor:

CEMİYET BAŞKANLIĞI
“ Askerliğim 1960 yılı Temmuz ayında bitti, Cemiyet seçimleri vardı, bir grup arkadaşımla yönetimi aldık ve beni Başkan seçtiler, ardından da Kurucu Meclis kanunu çıktı. Buna göre meclis; Milli Birlik Komitesi üyeleri ile birlikte, bir de Temsilciler Meclisi’nden oluşuyordu. Temsilciler Meclisi Sanıyorum 280 kişi kadardı; siyasi partilerden, illerden, meslek birlikleri temsilcilerinden oluşuyordu. Çeşitli meslek grupları içinde, Ankara, İstanbul ve İzmir Gazeteciler Cemiyetleri de vardı ve üçer üye gönderecekti. Ankara’da; Gazeteciler Cemiyeti, Gazeteciler Sendikası, Spor Yazarları Derneği ve merkezi burada olduğu için Türkiye Gazeteciler Federasyonu üyeleri, üç aday için oy kullandı. Seçime on kişi katıldı, İlhami Soysal, Oktay Ekşi ve ben seçildik, Kurucu Meclis çalışmaları, 6 Ocak 1961 de başladı. Bu meclis 1961 Anayasasını, seçim kanunu ile bazı kanunları çıkarttı ve Ekim ayında görevini tamamladı.”
Altan Öymen bu görevinden sonra Federal Almanya Basın Ataşeliğine atanır, 1966 yılında döner. Burada ‘İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye’ belgeseli için araştırma ortamı da bulan Öymen dönüşünde bu yazı dizisini Milliyet Gazetesi’nde yayınlar. Ulus Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü için gelen öneriyi kabul eder. Gazetenin tirajı düşüktür, Sabahattin Selek ve Metin Toker’in katkıları ile İsmet İnönü’nün anıları yayınlanır, tiraj patlar.
Partili Altan Öymen, gazeteye siyaset dışı haberin daha fazla girmesini istemektedir fakat yönetim aynı görüşte değildir, yollar ayrılır. Akşam Gazetesine yazar olarak geçer fakat 12
Mart döneminde, ‘muhalif yazıları’ndan dolayı sıkıyönetimin isteği ile işine son verilir. Altan Öymen’in Anka Ajansı kurma öyküsü de şöyle:

ANKA KURULUYOR
“ Günaydın gazetesi böyle bir hizmete talipti, sonra diğer gazeteler de üye oldu, uzun zamandan beri çalıştığım Alman DPA Ajansını da oraya aldım, Alman Radyoları VDR derken BBC ve İsveç Radyoları ile dış yayınları da içine alan güçlü bir ajans oldu ANKA… Çekirdek Kadro ben, Gül Önet, Ali Polat ve Sevgi Soysal’dı. Gökdelende ufak bir büromuz vardı. Ardından, TRT’den ayrılan Örsan geldi, Uğur Mumcu geldi, sonra; Müşerref Hekimoğlu, Teoman Erel, Nuri Çolakoğlu, Raşit Gürdilek, Uluç Gürkan, Hasan Cemal, Füsun Özbilgen, Yazgülü Aldoğan, Erdal Çetin, Adem Yavuz, bir dönem de Yalçın Küçük çalıştı bizimle. Kısa bir süre sonra İstanbul’u kurduk, burada Ayşegül Dora vardı. Sonra hepsi başka yerlerde önemli görevler alan birçok değerli arkadaşımla çalıştık.
Rahmetli Uğur Mumcu, hem gazetecilik yapıyordu hem de bizim hukuk işlerimize bakardı. İşler ve ekip büyüyünce, Kızılay’da Çelikkale sokakta daha geniş bir yere taşındık. Kıbrıs Barış Harekatında şehit olan arkadaşımız Adem Yavuz’un adı bu sokağa verildi.
1977 seçimleri aday listelerinin verileceği günün son saatinde Bülent Ecevit telefonla aradı, ‘seni aday göstermek istiyoruz’ dedi, sonuçta kabul ettim, bir saat sonra da radyoda ismim okundu.
Ankara listesinde ön sıralardayım, kazanacağım belli. Benim üzerimde olan ANKA Ajansı’nı şirketleştirmek düşüncem vardı, hemen çalışanlar arasında bir şirket kurduk. İleride çıkabilecek tartışmaları önlemek amacıyla yüzde 51 hissenin bir kişide olmasında ısrar ettim, bunu da Müşerref Hanıma kabul ettirdim ve ilişiğimi kestim.
Cumhuriyet gazetesindeki yazılarım bir süre devam etti sonra basından tamamen koptum.”

Altan Öymen milletvekili olur, bakanlık yapar, CHP Grup Başkanvekili ve Genel Sekreter Yardımcısı olur 12 Eylül’de bu görevlerinin hepsi biter ve gazeteciliğe döner. 52 sayılı tebliğe kadar, Cumhuriyet Gazetesi’nde, Uğur Mumcu ile birinci sayfada yazmaktadır.
Askeri yönetimin bu tebliği, yasaklıların ülke siyaseti üzerine açıklama yapmalarını da engellemektedir. Gazete Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal ile Başyazar ve sahibi Nadir Nadi, dış haberlere yönelme şeklinde bir çıkar yol bulurlar. Altan Öymen, Avrupa Konseyi, NATO, OECD toplantıları, Ermeni Davaları gibi dış haberleri izlemekte ve gittiği yerlerden de röportajlar yapmaktadır. Yurt içinde de kentleri dolaşmakta, her yönü ile tanıtmaktadır. Bir röportajı da hayli ses getirir! İşte öyküsü:

ADANA KEBABI
“ Ben şehir röportajları yapıyorum, buralarda kenti her şeyi ile tanıtıyorum, Adana’ya gittim.
Kentin sanayisi, tarımı derken sıra kebaba geldi. İki önemli usta var kette, birisi Onbaşılar diğeri de Mesut Silindir. Birisi kebaba soğan konur diyor diğeri bunu ‘cinayet’ olarak değerlendiriyor… ‘Kebap üzerine doktrin tartışması’ başlığıyla yayınlanan bir dizi olmuştu. Bu dizi içinde Şalgam suyunun yapımı ve özelliklerini de anlatmıştım!
1982 yılında Milliyet Gazetesi’nden bir teklif aldım ve geçtim. Kısa bir süre sonra askeri dönem bitti, seçimler yapıldı ama biz hala yasaklıyız.”
Altan Öymen yasakların kalkması ile yeniden siyasete girişindeki yaklaşımını da şöyle anlatıyor:
“ Bu kabul etmeler şöyle oldu, belki kolay anlaşılmıyor ama Allah biliyor, şöyle oldu;
Yazılarımda konuşmalarımda, herkesin, siyasetle bir görev olarak mümkün olduğu kadar meşgul olması, aktif veya izlemek suretiyle ilgilenmesi gerektiğine inandığımı savunurum. Çünkü siyasete genellikle bir olumsuz bakış vardır. ‘Siyaset çamurdur, paçana bulaşır’ diye çocuklar uzaklaştırılır. Hakikaten de çok zorlukları vardır. Geçmişte birçok kimsenin başına işler gelmiştir bu yüzden.
Ama bu endişe ile siyasete çağrılan gitmezse o zaman siyasetteki olumsuzluklar hep devam eder. Onun için böyle bir imkan olduğu zaman siyasete katılmak gerekir düşüncesindeyim. Şimdi bu kendime yönelince kabul ettim. İstanbul’a yerleşmişiz, tamamen değişik bir hayat içindeyim, Milliyet Gazetesi’nin yöneticilerinden birisiyim, 1995’de yine girdim siyasete, 1999’da aday olmadım. O seçimde CHP barajın altında kaldı, genel başkanlık için arkadaşlar benim aday olmamı istedi, sekiz aday katıldık seçime ve ben kazandım, bir buçuk yıl Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı yaptım, sonra gazeteciliğe tekrar döndüm, şimdi yazarlığımı sürdürüyorum. Yaşadıklarımı, Türkiye’de ve dünyada geçen olayları yazıyorum, üç kitap oldu, devam edecek.”
Altan Öymen’in Türkçe sözcük kullanımı ile ilgili anısı da şöyle:

NURULLAH ATAÇ
“ Gazeteciliğe başladığım dönemde bazı kelimeleri anlamakta zorlanıyorduk. Mesela adli terimlerde eskiler kullanılırdı, ‘kesin hüküm’ yerine ‘Kazıyye-i muhkeme’ denirdi. 1961 yılında Öncü Gazetesinde iken dil konusunda Oktay Ekşi ile çalışmalarımız oldu. Haber dili sayılan ‘mişli’ geçmiş anlatımı, biz ilk defa ‘şimdiki zaman’ olarak uygulamıştık.
Tabii ki bizi yönlendirenlerin başında Nurullah Ataç vardı, Türkçe üzerine çok hassastı. Türk diline çok şey getiren insandı. Biraz hızlı da olsa dilimize yeni kelimeler girsin isterdi, bunların bazılarını kendi kurardı ama katkısı büyük olmuştur. Müthiş bir Fransızca çevirmeni idi, çok inceleyerek, araştırarak tam çeviri yapardı. Allah Rahmet etsin.
Bir öğretmen gibi yazılarımızı okur ve eleştirirdi. Ben bir yazımda ‘peşinen’ demişim, Arapça kökene Farsça takı olmaz demişti ve ben ondan sonra hep ‘peşin olarak’ kullandım. Bir gün Yahya Kemal bir toplantıda şiirlerini okudu ve alkışlandı. Ben ‘dakikalarca alkışlandı’ diye yazmışım, yine eleştirildim. ‘Dakikalarca’ dediğin zaman en az iki üç dakika olmalı, gel saat tutalım’ dedi, gerçekten de uzun bir zaman, ‘laf tam gerçeği ifade etmiyorsa onu kullanmamak lazım’ demişti.
‘Vefat etti’ sözünü de yanlış bulur ve Türkçe de ‘öldü’ kullanılmalı derdi. Ayrıca; tanınan, mevki sahibi biri ölürse ‘vefat etti’ denildiğini, sıradan bir insan için de ‘öldü’ kullanıldığını bununla da ayırımcılık yapıldığını savunuyordu. Genel yayın müdürü olarak beni birkaç kez uyardı, fakat yine de gözden kaçıyordu… 1957 yılıydı sanıyorum, bir gün Ataç öldü, haberine ‘öldü’ yazdırttım. Kurşun Kalem başlıklı yazımda bu olayı anlattım ve ‘öldü’ yazdım, saygıyla anarım.”
ANKARA GECELERİ
Altan Öymen geçmişte gazetecilerin başkent yaşamlarını da şöyle anlatıyor:
“Aybaşındaki bir iki gece Karpiç’e giderdik ama ancak daha ucuz olan bar kısmına paramız yeterdi… Ayın günleri ilerledikçe mekanlar değişirdi. Posta Caddesi’nde Şükran vardı, burası ikinci derece idi. Onun yanında ‘Kürdün’ veya ‘Acemin’ yeri olarak bilinen ‘Yeni Hayat’tı sanıyorum adı, bir yer vardı. Yukarıda da Palabıyık vardı, şarapları üzerine rivayetler bulunan, mezesi falan da iyi olmayan bir yerdi, oraya giderdik. Bunlar fiyat seviyesi açısından, yukarıdan başlayıp aşağıya doğru gelen bir tablo.
Yemeğin dışında, meyhane faslından sonra barlar vardı, Ulus’ta, gazetenin yanında Yeni ve Tabarin Barlar vardı, gitmesi kolaydı! Ne olurdu buralarda? Kadınlarla dans etme imkanı vardı. Süreyya’ya damsız girilmezdi, Daha lüks yerler vardı, yabancı artistlerin gösteri yaptığı, Ankara Palas’ın pavyonunda dansöz Pamela ve şarkıcı Niko’yu hatırlıyorum. Gar Gazinosu, Bomonti vardı. Daha sonraları Kızılay’da Kulüp 47 ve İntim açıldı, Bizler de bunlara maaşlar nispetinde katılırdık.”
SIRA KAPMACA
Mülkiye öğrenciliği sıralarında gazeteciliğe başlayan Altan Öymen, okulu da ihmal etmemeye çalışmaktadır. Her yılın ilk günü okula ‘sıra kapmaya’ gitmektedir. Yaşamında önemli değişiklik yapan bir sıra kapmanın öyküsü:
“ Usul şöyle, ilk gün hangi sıraya oturursan yılsonuna kadar orada kalabilirsin. Her yıl ilk bir hafta, on gün okula gidebilirdim… İki yıl kaybım odu, 1952 ders yılı başında da gittim, eskiler, yeniler sınıf kalabalıklaşmış. Ben yer bakınırken, Aysel ‘burası boş’ diyerek yanını gösterdi, o gün bugün oturuyoruz… Okulu birlikte bitirdik, 1956 yılında evlendik. Aysel Mali Şubedendir, Maliye Bakanlığı’na girdi ve Türkiye’nin ilk kadın Hazine Genel Müdürü oldu. İki çocuğumuz var, Aslı ve Murat. Selen, Deniz ve Defne isminde de üç torun sahibiyiz.
Böyle bizim hikayemiz.”