”ESKİDEN POZOMETRE YOKTU, KAFA METRE ÇALIŞIYORDU”
Çocukluğundaki üç kazada çenesinden yaralandı, geleceğini yurt dışında aramayı düşündü başaramayınca gazeteciliğe yöneldi. Sait Nursi’yi ilk o görüntüledi, Ankara’ya geldiği yıl ‘ yılın gazetecisi’ seçildi, Kıbrıs Barış Harekâtına ilk gün giden ekipte yer aldı, adını Hatay Cumhurbaşkanı’ndan alan Sökmen Baykara ile otuz beş yıllık meslek anılarına uzandık.
Polis memuru Hasan Bey memleketi Hatay Erzin’den Hatice Müzeyyen Hanım ile evlenir ve görevi nedeniyle ilden ile dolaşmaya başlarlar, çeşitli illerde doğan sekiz çocukları olur. Hatay Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’den dolayı ismini verdikleri beşinci çocukları Sökmen Baykara 1936 yılında Antalya’da dünyaya gelir. İlkokulu burada tamamlayan Baykara çocukluğunu şöyle anlatıyor.
“İlkokuldan sonra Hatay’a gittik, çocukların yöresel oyunları vardır! biz de orada, balmumu sürülü ipleri yuvalarına sarkıtarak akrep yakalar, kibrit kutusuna koyardık, bu bizim için oyundu! Yine bir avlama sırasında tartışma çıktı, kayalık yerdeki itiş kakış sırasında benim ayağım kaydı çenemin üzerine düştüm, bu bir. 1948 yılında bir arkadaşımla bisiklet kiraladık, düştük çenem aynı yerden yarıldı bu iki, iki yıl sonra motosiklet kazası yaptım, çene üçüncü yarayı aldı. Şimdi Mercedes yıldızı gibi olmasının nedeni bu.”
KAMERA İLE TANIŞIYOR
Baykara ailesi 1952 yılında görev nedeniyle Niğde’dedir. Ortaokul sıralarındaki Sökmen Baykara fotoğrafçılıkla tanışmasını şöyle anlatıyor:
“Niğde’de bir aile dostumuz var, fotoğraf işleri ile ilgili. Bir kutu makinası var, bana sadece ‘şuradan bak, şuraya bası’ öğretti ve ‘sen bununla çek, ben tab ederim, satarız’ dedi. Çok fotoğraf çektim, para ona gitti ama bende bilgi ve merak kaldı. Buradan İzmir’e gittik. Hayatımda ilk kez, 1 Mayıs 1953 de Bornova’da şarap içtim, adı da Atom Şarabı. ‘Ne kadar önemli mi ki, hatırlıyorsun’ diye bilirsiniz, evet hatırlıyorum çünkü o gün bahar bayramı idi ve aileler pikniğe giderdi, başka türlü kutlanmazdı 1 Mayıs.”
Gençliğe adım atmaya başladığında bir grup arkadaşı ile Avusturalya’ya gitme programı yapar Sökmen Baykara. İklim kuşağı olarak bir sorun yaşamayacaklardır fakat fiziki baskılara karşı önlem alınması gerekmektedir. Baykara, savunma amaçlı, judo, boks, eskrim gibi sporlarla ilgilenir. Arkadaşlar arasında kopmalar onu başka programa yöneltir. 1956 yılı yazında İnciraltı Polis Kampında ertesi gün demir alacak olan limandaki İsviçre gemisine bineceğini dost! Ahmet Ağabeyine anlatır. Sökmen Baykara’nın “kaçak yolcu” olarak bindiği gemi demir alır ama limandan çıkamaz, öyküsü şöyle:
“Vize gibi bir sorun olmadığında gemi limandan ayrılınca ortaya zaten çıkacağım, kaçak yolcuyum, en fazla ağır işte çalıştırırlar diye düşünüyorum yaptığım sporlar nedeniyle de korkum yok. Gemi demir aldı, ben de kendimi göstermeye başladım. Bir motor geliyor, el sallıyorlar, gemi yavaşladı, duruyor derken baktım kamptaki Ahmet Ağabey, ‘ha, o da gelecek’ diye düşündüm önce. Bizim Ağabey, sivil polismiş, beni indirdiler tabi.”
Sökmen Baykara’nın yaşantısı yine bir gemi yolculuğu ile değişir fakat bu kez rota Türk Karasularıdır. Lise öğrenciliğinin yanı sıra hemen her işte çalışarak para biriktirir ve sefere yeni konulan, bembeyaz Ege Gemisine binerek İstanbul’a iner. Amaç gazete fotoğrafçılığıdır, elinde ağabeyinin Kore’den getiridiği 35 mm Agfa ve üstten bakmalı Rickofleks marka kameraları vardır. Baykara anlatıyor:
MESLEĞE İLK ADIM
“Daha önceden belirlediğim, Taşkasap’daki Lise dengi özel gazetecilik okuluna kaydoldum, sahibi Fahri Yahya Tuna. Can Bartu, Metin Oktay, İstiklal Yaradılış da okulda öğrenci. Bir de Erdoğan Atak var, Yeni İstanbul’da çalışıyor, ben de iş arıyorum. Gidişimin bir kaç ay sonrası gazeteye foto muhabiri arandığını söyledi. Habip Edip Törehan’ın Yeni İstanbul Gazetesinde 1958 yılında, tek foto muhabiri olarak işe başladım. Muzaffer Soysal yazı işleri müdürü sonra İlhan Bardakçı geldi, Orhan Koloğlu yardımcısı, Tarık Buğra, Fikret Adil, Reşat Enis orada ilk FİFA kokartlı hakemimiz Sulhi Garan spora bakıyor. Gündüz Serdengeçti, Erol Türegün, Vedat Zeydanlı, İsmet Taşkent, Togay Bayatlı, Soner Girgin de akranlarım.
Okulun pansiyonunda kalıyorum, sabah derse giriyorum, gazeteye öğleden sonra gidiyorum maaşım da 150 lira. Patron Habip Edip Törehan aynı zamanda Remington’un da Türkiye temsilcisi, varlıklı birisi, İsviçre’de yaşıyor, makalesini teleksle gönderiyor, zaman zaman geliyor ama Türkiye’deki her işini sağ kolu Yılmaz Poda yürütüyor.
Bir gün merdivende yaşlı birisine yol verdim, adımı sordu, söyledim ‘güzel güzel’ dedi geçtik. Sirkeci’de Tan Matbaası yangını oldu, iyi iş çıkarttım, ikramiye bile aldım, patron köşesinde benden söz etti. Merdivendeki yaşlı adammış”.
Sökmen Baykara bu günlerde desen fotoğrafçılığı yapması için Vitali Hakko’dan aldığı teklifi geri çevirir, amacı iyi bir foto muhabiri olmaktır. Onu üne kavuşturan Said Nursi olayının öyküsü de şöyle:
KIZDIRAN FOTOĞRAF
“1959 yılı sonlarında Said Nursi, yurt içinde geziyor, haberleri çıkıyor ama görüntüsü yok. İstanbul’a geldiğini öğrendik, Pier Lotti Oteli, üst kat. Karşısında SSK Hastanesi var. İnce uzun bir balkona açılan dört odanın ilkinde kendisi, yanındakinde de müritleri kalıyor. Hastaneden incelerken, ezan okundu ve odanın perdesi aralandı, namaza durdu. O zaman tele objektif yok, pozometre yok ‘kafa metre’ çalışıyoruz, görüntü kötü. Ama ezanda perdenin açıldığını öğrendim.
Hemen otelin terasına çıktım, odayı görüyorum, buradan çekerim derken daha sonra Çatalca’da donarak görev şehidi olan Hürriyet’ten Abidin Behpur Tapaner ve bir kaç gazeteci geldi, ezan okundu…