Gazeteciler Cemiyeti | MEHMET ALİ KIŞLALI: “ ANKARA’NIN İLK DİPLOMATİK MUHABİRİYİM”
19897
page,page-id-19897,page-template-default,ajax_fade,page_not_loaded,boxed,,qode-theme-ver-5.6,wpb-js-composer js-comp-ver-4.3.4,vc_responsive

MEHMET ALİ KIŞLALI: “ ANKARA’NIN İLK DİPLOMATİK MUHABİRİYİM”

MEHMET ALİ KIŞLALI: “ ANKARA’NIN İLK DİPLOMATİK MUHABİRİYİM”
Öğrenimini tamamlayabilmek için gazetede çalışmaya başladı, basında hemen ünlendi, başkentte ilk diplomatik muhabir oldu, yakın tarihimizin önemli yayınlarından Yankı Dergisini çıkarttı, mesleğe birçok isim kazandırdı, kendi deyimiyle zoraki emeklilik yaşadığı döneminde Mehmet Ali Kışlalı ile anılarını tazeledik.
Üsküp’ten göç eden Yüzbaşı Ali Efendi Gaziantep’in Kilis ilçesine yerleşir, yasa çıkınca da mesleğinden dolayı ‘Kışlalı’ soyadını alır. Bankacı oğlu Hüsnü Bey de burada eşraftan Öğretmen Lütfiye Hanımla evlenir, ilk iki çocukları hayata tutunamaz, üçüncü çocukları Mehmet Ali Kışlalı 4 Aralık 1933 de Kilis’te dünyaya gelir. Memur ailenin atandığı Zile ilçesinde de Mehmet Ali Kışlalı, beş yaşında ilkokula başlar, daha sonra geldikleri Nizip’te de ilk eğitimi biter. Kışlalının hedefi, Atatürk’ün silah arkadaşlarından olan halasının eşi Aşir Akdi gibi subay olmaktır, Konya Askeri Ortaokuluna başvuru yapılır. İlkokula erken başlaması askeri okula girmesine engel olur, Mehmet Ali Kışlalı Galatasaraylı oluşunun öyküsünü anlatıyor:
“Milli Mücadelede Atatürk’ün yanında olan eniştem Aşir Bey benim idolüm, dedem de asker, onlar gibi olmak istiyorum fakat bir yaş küçük olduğumdan askeri okula almadılar. Okullar açıldı, annem arayış içinde, Nizip’teki eczacının oğlu Galatasaray Lisesinde okuyor, annem buraya yöneldi ve ben bir dönem bekledikten sonra 11 yaşımda Galatasaray Lisesinin, sadece Fransızca öğretilen, Ortaköy’deki yetiştirici bölümüne yatılı olarak girdim. Burada tanıştığım ve ilk günden başlayarak çok iyi bir dostluk kurduğum arkadaşım, daha sonra tiyatroyu seçen merhum Asaf Çiğiltepe oldu.
GALATASARAY’DA BİR FENERBAHÇELİ
Çocuklumuzda bir top bulunca peşinden koşuştururduk, annem de buna karşı idi, burada kontrol yok, ben her sporla ilgileniyorum. Futbol, Voleybol derken Hentbolu da orada gördüm. Okulumuz Beyoğlu’na gelince spor bende yoğundu, sınıfın da uzun boylularındanım her takımda yer bulabiliyorum. Turgay Şeren benden bir sınıf büyük, okul takımdan kulübe almışlardı onu çok yetenekliydi. Bana, basketbol yıldız takımının kurulduğunu girmemi önerdi. Basketbolu hiç oynamadım, gittim takıma aldılar, en uzun boylu benim. Bilir bilmez oynadık Galatasaray A Takımına kadar çıktım.
Antrenörümüz Samim Göreç Fenerbahçe’ye transfer oldu beni de götürdü, Galatasaray Lisesi son sınıfındayım… Büyük olay oldu, okulun geleneksel pilav gününde Galatasaray Kulüp Başkanı bana ‘neden böyle oldu’ gibi serzenişlerde bulundu ve Turgay Şeren’i çağırdı, ‘bunu kaleci yetiştireceksin’ dedi.
Turgay beni Galatasaray’a kaleci hazırlıyor, Galatasaray Lisesinde bitirme sınavlarına giriyorum ve Fenerbahçe kulübünde basketbol oynuyorum!”
Mehmet Ali Kışlalı ailesinin üniversite eğitimi için düşlediği yurtdışı programına pek sıcak bakmamaktadır. Küçük Kardeşi Mahmut da Galatasaray Lisesindedir, en küçük kardeşi Ahmet Taner de ortaokul öğrencisidir.
Yurt dışı döviz sadece teknik eğitime verildiğinden, annesinin ısrarı ile Fransa da mimarlık eğitimi için başvuru yapar, döviz ve pasaportu hazırdır, okuldan da davet mektubu gelmiştir ki liseden tanıdığı sporcu Yılmaz Gündüz’ün çağırısı ile rotasını Ankara’ya çevirir. Kışlalıyı basınla tanıştıran öyküsü şöyle:
HAYAL KIRIKLIĞI
“Yılmaz Gündüz Mülkiye son sınıfta, hem futbol hem basketbol milli takımlarında oynuyor. Bana ‘Mülkiye Galatasaray’ın devamı, Ziraat Bankası da personelinin çocuklarına burs veriyormuş gel’ dedi. Mülkiye o zaman sınavla girilen iki okuldan biri. Sınavı kazandım, Fransa’yı unuttum, annem üzüldü ama ben artık aileme fazla yük olmak istemiyordum.
Sıra geldi burs konusuna, gittim Genel Müdürlüğe, yetkili ayda 75 lira olan bursun sadece çalışan personelin çocukları için olduğunu söyleyince hayal kırıklığı yaşadım, babam emekli…
Yılmaz Gündüz, ‘üzülme yeni bir kulüp kuruldu sana orada iş ayarlarım’ dedi ve ben Yenişehir Spor Kulübü, Basketbol Takımında haftada iki gün antrenörlüğe başladım, haftalık yedi buçuk lira…
MESLEĞE GİRİŞ
Bursun yarısı tamam da devamı ne olacak? Elimde meslek sadece Fransızcam var, çeviri yapmaya karar verdim. Yıl 1953 Ankara’nın en güçlü gazetesi de iktidardaki Demokrat Partinin yayın organı Zafer. Gittim çeviri yapmak istediğimi söyledim, beni birisine gönderdi girişteki görevli, ona da anlattım, bana bir Fransız Gazetesi verdi ve ‘şu makaleyi çevir getir’ dedi. Hemen eve gittim yaptım götürdüm, beğendi ve’ yedi buçuk liradan haftada bir yazı veririsin’ dedi, bursun geri kalanı da tamamlandı…
Zafer Gazetesi’nde iki yazı işleri müdürü varmış, birisi siyasi haberlere bakan Fatin Fuat ki sertliği ile biliniyor, spor ve magazine bakan ikincisi de benim gittiğim, Galatasaraylı eski kaleci Sacit Öget.
Öbürüne gitsem, her şey tersine olabilirdi, bu şans işte… Öget bana iş veriyor, ben gazeteci oluyorum. Mülkiye bitene kadar burada çalıştım, sayfa sekreterliğini de üstlendim. Böyle başladı meslek.”
Mehmet Ali Kışlalı diplomat olmak için gittiği okulda bölüm değiştirir, gazetecilik ile birlikte yürüttüğü Mülkiye İdari Şube son sınıfında bir dersin sınavına girmeyerek askerliğini ertelediği dönemde bir teklif alır. Demokrat Partiden ayrılarak Hürriyet Partisini kuran gurubun yayın organı Yeni Gün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Altan Öymen, birlikte çalışmak istemektedir. Başyazar Cihat Baban ile yapılan görüşme sonunda 1957 yılında, Yeni Gün Gazetesinde spor ve Magazin sorumlusu olarak işe başlayan Kışlalı anlatıyor:SEN YAPARSIN
“ Burada ekip, Hıncal – Öcal Uluç kardeşler, en küçük kardeşim Ahmet Taner, Kabataş Lisesini bitirip Mülkiyeye geldi o, bedava ekiple işe başladık, masraf karşılığı çalışıyorlar ama çok hevesliler, bir şeyler yapmak istiyorlar… Çok kısa bir süre sonra Altan Öymen ayrıldı, başsız kaldık. Cihat Baban’a şimdi ne olacak dedim, o da ‘sen yaparsın’ dedi ve tüm gazetenin sorumluluğu bana kaldı. Burada üç yıl mücadele verdik ama çok güzel bir eğitim gördük. O üç sene bizler için çok güzel gazetecilik deneyimi oldu.
Burada, yıllar sonra bana anlatılan bir konuyu da sizlerle paylaşmak isterim. Hıncal ve Öcal benim kuzenlerim, Merhum Ahmet Taner Kışlalı da en küçük kardeşim. Gazetede tempo o kadar yüksek ki, zaman zaman kırıcı da oluyorsun. Yazının şurasını değiştir diyecek zaman yok, yırtıp, yeniden yaz diyorsun. Bizimkiler bana çok kızıyorlar fakat bırakıp gitmeyi de istemiyorlarmış. Kim ayrılmaya karar verirse diğer ikisi onu önüne geçecek diye aralarında karar almışlar.

Uluç kardeşler beni hep arar ve olaylar anlatırlar ardından da gönlümü almak için ‘öyle olmasa biz de yetişemezdik’ derler…
Onlarda bir şeyler yapmak istiyorlardı, Hıncal bana gelen İngilizce gazeteleri inceler ve ‘burada ne demek isteniliyor’ diye sorardı, merakından ve çabasıyla İngilizce öğrendi. Hem kendilerini yetiştirdiler hem de gazeteye yararlı oldular. Yeni Gün Gazetesi kişilik kazandı, Güneş Tecelli, Kurthan Fişek, Ünsal Oskay sonradan ekibe katılanlardan şu anda aklıma gelenler, üniversiteli gençler…”
Genel yayın Yönetmenidir ama dil bildiği için yurt dışı görevlere muhabir olarak Mehmet Ali Kışlalı gönderilmektedir. Bu seyahatlere Galatasaray lisesinde üst sınıflardaki Abdi İpekçi de Milliyet Gazetesinden katılmaktadır, iki eski tanıdık arasında iyi bir de dostluk oluşur. Abdi İpekçi, ABD’de gazetecilik stajı yaptığı dönemde gördüklerini uygulama çabasındadır ve bir gün Kışlalıya getirdiği öneri ile basında yeni bir ihtisas kurulur, öyküsünü Kışlalı anlatıyor:
DİPLOMATİK MUHABİRLİK
“ O zamana kadar, yabancı dil bilen İstanbul Gazetecileri ‘Beyoğlu Muhabirliği’ yaparlardı. Önemli oteller orada idi, doğal olarak, İstanbul’a gelen yabancı ünlüler de buralarda kalırlardı. Beyoğlu muhabirleri de bu ünlülerle görüşürlerdi, Ankara’da böyle bir uygulama yoktu. Abdi İpekçi ABD’de gazetelerde yaptığı araştırmaya dayanarak Diplomatik Muhabirliği oluşturmaya çalışıyordu. Şimdi adı Diplomasi Muhabirliği olan bu ihtisas dalını gazete içindeki birçok sorunu çözerek, basında ilk Milliyet Gazetesi Ankara Bürosunda kurdu ve ben işe başladım, 27 Mayıs 1960 ihtilalinden kısa bir süre sonra.
Bu dönemde dış muhabirliklerim başladı, Milliyet dönemi 1966 yılına kadar sürdü, askerliğimi Ankara’da yaptım, her gün bürodayım ama askerliğimin bittiği gün işten kovuldum!
Olayı duyan Cüneyt Arcayürek’in beni arayıp ‘hemen İstanbul’a git, Genel Yayın Yönetmeni Necati Zincirkıran seni bekliyor Hürriyet’te başlıyorsun’ sözlerini hiç unutmam. Haberi duyanlardan yabancı gazeteci dostum Charles Lanius, önce Tercüman Gazetesi ile konuş sonra Hürriyet’e git diye ısrar ediyor, İstanbul’da önce Tercüman’a gittim ve orada kaldım, benim için yeni bir dönem başladı. Bu arada Milliyet’te çalışırken Mete Akyol’un ısrarı ile askeri haberlere de yönelmiştim, o günlerde yaşanan Kıbrıs krizi ile de haberde öne çıkıyorum. Buradan 1970 yılında, Milliyet, Tercüman, Ses-Hayat, Dünya Gazetelerinin ortaklığında kurulan Türk Haberler Ajansı’nın (THA) Ankara Temsilcisi olarak ayrıldım.”
YANKI DOĞUYOR
THA’da iki yıl görev yaptıktan sora ayrılan Mehmet Ali Kışlalı, yıllardır düşündüğü projeyi uygulamaya koyar. İlhan Çevik’in yüreklendirmesi, Kemal Ilıcak’ın –ki daha sonra da ortağı olacaktır- desteği ile dünyaca ünlü Time Dergisi havasındaki Yankı Dergisinin doğuşu da şöyle:
“İsim nasıl oldu hatırlamıyorum ama dergiyi hazırlamaya başladık, ben içerikle ilgileniyorum, ilk sayı için özel konular arıyorum, o günlerde pek sık gitmediğim Galatasaraylılar Kulübüne uğradım. Liseden arkadaşım İnan Kıraç ile karşılaştık ve sohbete başladık, ben çalışmaları anlattım o da ‘ seni ağabeyim Can Kıraç ile tanıştırayım, ilan konusunda yardımcı olur’ dediği zaman şaşırdım, bu konuyu hiç düşünmemiştim… Ben içeriğe yoğunlaşmışken en önemli kaynak aklıma bile gelmemişti. İstanbul’a gittik, Can beyle tanıştık ve yeni üretilmeye başlayan Murat 124 otomobillerinin kapak içi reklamlarını verdi, Rus Hava Yolları, Aeroflot da reklama girdi.
Dergiyi hazırlama başladık, ilk sayımızın kapağında Başbakan Süleyman Demirel’in portresi ve arkasında asker silüetleri var, köşedeki mavi bantta da ‘ordu kimin yanında’ yazıyor.
1 Mart 1971 tarihli ilk sayımız üstünlüklerle çıktı; on bir gün sonra muhtıra verildi, sistem allak bullak oldu, önemimiz anlaşıldı. Reklamla şans kazandık, kapakla dikkat çektik, gazeteler alıntı yaptı, önemli bir çıkış oldu.
1976 da Kemal Ilıcak hisse alarak ortağımız oldu, Anonim Şirkete dönüştük. Dikkat çekiyorduk ama büyüyemiyorduk. Tercüman yönetimi ile sorunlar başladı, dergiyi İstanbul’a götürmek istediler, bu benim için mümkün değildi, Yankı’yı Ilıcak’a bırakarak 1983 yılında ayrıldım ve Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi oldum.
Yankı kırk bine yakın satışa çıkan bir dergi olmuştu. Ertuğrul Özkök, Mehmet Yılmaz, Serhat Hürkan, Zülfikar Doğan, Nursel Gürdilek mesleğe burada başladı, Avni Özgürel, Hikmet – Fikret Bila, Ömer Tarkan, Yılmaz Ateş bir dönem birlikte çalıştığımız arkadaşlar, Öcal – Hıncal burada büyüdü. Merhum kardeşim Ahmet Taner Kışlalı, hiçbir siyasi faaliyeti yokken, buradaki köşe yazıları ile CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in dikkatini çekmiş, onu milletvekili yaptı ve Kültür Bakanlığına getirdi.
Yankı başarılı bir dönem yaşadı.”
HÜRRİYET ANKARA TEMSİLCİSİ
Basın tarihimizin kilometre taşlarından birisi olan Yankı dergisinden ayrılan Mehmet Ali Kışlalı’nın uzun zamandan beri yapılan bir teklifi değerlendirerek Hürriyet Gazetesine geçiş öyküsü de şöyle:
“Liseden arkadaşım Çetin Emeç gazete yönetimde idi ve bazı düşünceleri vardı. Gazetenin Ankara bürosundan başlayarak New York Times gibi bir çalışma düzeni düşlüyordu. Bana Temsilciliği önerdi, kabul ettim ve 1983 yılında Hürriyet Gazetesi’nde çalışmaya başladım. Benden şikâyetçi olanlarda vardı memnun kalanlarda, çok uğraştık ama istediğimiz, New York Times’in Washington bürosu gibi bir yapıyı kuramadık. Hiç beklenmedik bir gün Çetin Emeç ayrılıp çok zor durumda olduğu bilinen Milliyet’i kurtarmaya gitti, bir süre sonra da bizde ayrıldık.”
Yankı Dergisinin benzeri olan Hayata Bakış adı altında Milliyet Gazetesine haftalık ek hazırlayan Kışlalı, buradan da ayrılır. Her iki dergiyi birleştirerek yapılan deneme de başarıya ulaşamayınca, Türkiye Gazetesinde köşe yazarlığına geçer. 1999 yılında, bölücü örgüt başının yakalanması ile Time Dergisi ile New York Times Türkiye muhabirliklerini de bırakan Kışlalı, daha sonra on iki yıla yakın Radikal Gazetesinde yazarlık yapar. Kırk yıllık meslek hayatını bırakarak kendi deyimiyle ‘zoraki emeklilik’ yaşayan Mehmet Ali Kışlalı, şimdilerde 1996 yılında yazdığı ‘Güneydoğuda Düşük Yoğunluklu Çatışma’ adlı kitabını geliştirilmiş ikinci baskısı için çalışıyor.
Mehmet Ali Kışlalının Murat adlı oğlu da baba mesleğini seçmiş, Orhan ise yurt dışında turizmle ilgileniyor. Kışlalı’nın beş torunu var.

BU SÖYLEŞİ 2014 YILINDA ANKARA 1. BASIN SİTESİNDEKİ EVİNDE YAPILMIŞTIR.